düşüncelerim yeterince süzgeçten geçiriliyor; dokundurtmam!!!
25 Nis 2011
doğanın mucizeleri: dostlar -belki daha büyülü bir sıfat bulmalı-
kafamı yastığa gömerek gülüyorum, arkadaşlarım olayı anlatırken, al işte yine duygulanılası bir vakka sana yavrucum, arzucum, sayın bazen duygu kesintisine uğrayan ara ara ölü kişilik..
efenim bunlar yürürken ders çıkışı bir kelebek görmürler malumunüz bahar falan işte. bendenizin pek sevdiğini bildikleri için kelebeği fotoğraf çektirmek için epey koşturmuşlar kelebeğin ardından ama çekememişler, bi de biyologlar diye araştırma yaptıkları web sitelerine ayrıca adreslerini bildiriyorlar bana iyi de ben karakalem için model falan arıyorum öyle hastalık der4ecesinde bir durum dersem de yalan olur gibi bir sürü bir tarafından kelebek fışkıran bieyim var n'olcak bu halim bilmiyorum bir zamanlar tırtıl olan bir böcek türüne bu sevgi nedir hangi mantığa sığdırmışım sevgili dengediz olmakla birlikte bazı zamanlar mantık manyağı kesilen kendime soruyorum.. biraz psikolojik sorunlarım var ama en azından kendi tanı ve tedavimi kyabiliyorum, ilk tanışmalarda soğuk, gıcık, kendini beğenmiş olsam bile sonrasında sabahları müthiş iltifatlarla uyandıran dostluklara dönüşüyorlar, grişlerim kötüdür gelişmeler de biraz berbat ama sonuç olarak iyi kötü iadarenin kokusunu alabiliyoruz, bu sefer trenim yok yazarken ama deniz var yine deankarayı özledim..
efenim bunlar yürürken ders çıkışı bir kelebek görmürler malumunüz bahar falan işte. bendenizin pek sevdiğini bildikleri için kelebeği fotoğraf çektirmek için epey koşturmuşlar kelebeğin ardından ama çekememişler, bi de biyologlar diye araştırma yaptıkları web sitelerine ayrıca adreslerini bildiriyorlar bana iyi de ben karakalem için model falan arıyorum öyle hastalık der4ecesinde bir durum dersem de yalan olur gibi bir sürü bir tarafından kelebek fışkıran bieyim var n'olcak bu halim bilmiyorum bir zamanlar tırtıl olan bir böcek türüne bu sevgi nedir hangi mantığa sığdırmışım sevgili dengediz olmakla birlikte bazı zamanlar mantık manyağı kesilen kendime soruyorum.. biraz psikolojik sorunlarım var ama en azından kendi tanı ve tedavimi kyabiliyorum, ilk tanışmalarda soğuk, gıcık, kendini beğenmiş olsam bile sonrasında sabahları müthiş iltifatlarla uyandıran dostluklara dönüşüyorlar, grişlerim kötüdür gelişmeler de biraz berbat ama sonuç olarak iyi kötü iadarenin kokusunu alabiliyoruz, bu sefer trenim yok yazarken ama deniz var yine deankarayı özledim..
patlamasını bekleyeceğin bir kestane değil bu yerinden büsbütün çıkmış bir hayat sadece
ah bu saate nasılda acımadan
"nasılsın?" diyebiliyor insanlar..
yanımda üzerine kül rengi duygusuzluğumu resmettiğim bir oda arkadaşından başka biri değil ki hadi uyu geç oldu diye başını yastığa koyunca beni uyutan
pencereye biraz deniz manzarası bırakan bir bakış bırakıyorum tüm uykusuzluğa
nasıl değilim ben, bir yarasanın ağzında tüm gecelerim, üstelik ölü bir yarasanın gagası bu..
her hücremin başı dönüyor, başı döne döne yol alıyor tüm sabahlar bana doğru
beynimin oksijensiz kalmış olması bile kurtarmıyor beni, neyle bağlıyım bu hayata anlamıyorum, topuğumla kumda anlamsız şekiller oluştururken, bir dikenin üzerine düşerken..
şaşırıp kalmış bir sevgili çöp kutusu niteliğindeki adam -babam n'olmuş-
Suskunluğunun suskunluğumun peşine takılmış olmasındaki derinlikte yeni bir nefes doğuyor tek ihtiyaç sahibi benmişim gibi değil benim parmak izlerimi seven bir nefes diye parmak uçlarıma zıplayıp kirpiklerine tutunup nefes boruma varıyor bir şekilde hayatıma dahil oluyor, yalnızca aşktan doğmaz ki nefes bu adı konulmamış hüzne duyulan öfkeden doğdu nefes ve ardı arkası kesilmedi, henüz çıkardığın ayakkabılarında rastlanan kapı kolunda beni bekleyen bir sokağa adını verebilecek kadar şehir dolusu bir hayat ama yetmiyor bana yetmiyor ya başını ağrıtıyorsa da bilmen gereken bir şey olmalıysa biraz daha kandırabilmeye bak güzelliğini yaşanılanların, ama kulaklarımda alsam dolduramayacağın nefessiz bir bölgeyi duymanı bekleyeceğim kalbime doğru keskin bir inişi olan kanımı bulandıran boğazıma akan bir bilinmez kusturan acı bir kaosu çocukluğun masum anılarına dahi bulaştıran
Bir iki, üçe gelince yeni bir şehirde buluyorum kendimi, şehirler hep aynı boşluğa akıyor, cevap vermedin soruma sönüp gitmenin sararmışlığına sardığım bir sigara dumanı gibi içime hapsettim tüm gözyaşlarımı ciğerlerime kadar ittim biraz acı ve biraz da nefes kesici hem sağlığa zararlı…
Yavaş yavaş alışıyorsun, ikna edebiliyorsun yüzünü insanlara çevirmek için ki bazısını öpmeye bile yelteniyorsun ani bir hızla.. aynı çümleler, klişeleşmiş utanmazlığına –hiç fark edemedin utanmazlığını yakışıyor mu buluyordun nedir, nedendir bilemedim- ses veriyorsun yine.. karışık cümleler arama acıyorsa acıyordur canı noktalama işaretlerine küs yazılarımın. Aldatıcılık gibi bir iç çekişi yoktur kendini kurtarma bencilliğiyle henüz tanışmadı, en büyük korkusu sevdiklerinin mutsuz olması diyor yöneltilen soruya, hayal kırıklığına uğramaktan zevk aldığını da itiraf ediyor birkaç dakika sonra, hayal kırıklığı değil ama yerle bir olmuş soluklarına asılı duruyor gözleri o yüzden hala bu şavaşta bir kahramanı oyn amaya çalışırken her zamanki trajkomik dansını sergiliyor ilk bakışta soğuk kanlı keşiflerle gülümseyen yüzüne doğru fırlatıyor tüm okları, kendimi vuruyorum değişen bir şey yok
Biraz daha uzuyor saniyeler yüzünde, yağmur suyunun alıp götürdüğü susuzluğuna dokunuyor hareketleri ellerimin, ama içimin kırıklığı geçmiyor sarılıp ağlamayana kadar neden duyamıyorsun ki sebepli ya da sebepsiz canımı yakan bir kırıklığın içime sızmışlığından öte içimi basmışlığını. kanata kanata bir duaya yer açılıyor ellerimde, içinde neler geçtiği hakkında hiçbir fikrim yok, sızıp kalan dualar bir türlü hatırlanmayan belki hiç olmamış uyku ilacı alan, paranoyak oldukları için kabul görmeyen..
Bir iki, üçe gelince yeni bir şehirde buluyorum kendimi, şehirler hep aynı boşluğa akıyor, cevap vermedin soruma sönüp gitmenin sararmışlığına sardığım bir sigara dumanı gibi içime hapsettim tüm gözyaşlarımı ciğerlerime kadar ittim biraz acı ve biraz da nefes kesici hem sağlığa zararlı…
Yavaş yavaş alışıyorsun, ikna edebiliyorsun yüzünü insanlara çevirmek için ki bazısını öpmeye bile yelteniyorsun ani bir hızla.. aynı çümleler, klişeleşmiş utanmazlığına –hiç fark edemedin utanmazlığını yakışıyor mu buluyordun nedir, nedendir bilemedim- ses veriyorsun yine.. karışık cümleler arama acıyorsa acıyordur canı noktalama işaretlerine küs yazılarımın. Aldatıcılık gibi bir iç çekişi yoktur kendini kurtarma bencilliğiyle henüz tanışmadı, en büyük korkusu sevdiklerinin mutsuz olması diyor yöneltilen soruya, hayal kırıklığına uğramaktan zevk aldığını da itiraf ediyor birkaç dakika sonra, hayal kırıklığı değil ama yerle bir olmuş soluklarına asılı duruyor gözleri o yüzden hala bu şavaşta bir kahramanı oyn amaya çalışırken her zamanki trajkomik dansını sergiliyor ilk bakışta soğuk kanlı keşiflerle gülümseyen yüzüne doğru fırlatıyor tüm okları, kendimi vuruyorum değişen bir şey yok
Biraz daha uzuyor saniyeler yüzünde, yağmur suyunun alıp götürdüğü susuzluğuna dokunuyor hareketleri ellerimin, ama içimin kırıklığı geçmiyor sarılıp ağlamayana kadar neden duyamıyorsun ki sebepli ya da sebepsiz canımı yakan bir kırıklığın içime sızmışlığından öte içimi basmışlığını. kanata kanata bir duaya yer açılıyor ellerimde, içinde neler geçtiği hakkında hiçbir fikrim yok, sızıp kalan dualar bir türlü hatırlanmayan belki hiç olmamış uyku ilacı alan, paranoyak oldukları için kabul görmeyen..
19 Nis 2011
ayrı adımlar atmakta olan aynı sevda, bir mavi
kelimeler çok uzaklarda kırılıyordu senin için
sınırların ötesine fırlatmıştın kalbini yetişebilsin diye saçlarına
hüznün avuçlarıma dökülüyordu gözlerinden
hissediyordum, kendi hüznümle beraber bir deliye çevirmekten başka bir şey hissetirmiyordu artık bana
anlıyordum ama yapılabilecek bişey yoktu
yerine haykırasım vardı tüm sevgini
dudaklarımdan taşıyordu da ruhum uçup gitmesine izin vermiyordu sözcüklerin sana kıyamazdım oysa susmak kıymaktı ya her durumda paramparçaydın
hüznünü seyretmekle birlikte hüznüme çevirdin gözlerini hiçbir gözün görmediği, görmemesi gereken bir hüznü ve aslında asla da göremeyevceğin hissedemeyeceğin bir hüznü göstermedim diye bir küslük mü başlar ki hüznü. kapanırmıymış senin iyileşebilecek hüznün, duymadın beni bilmedim halini anlatmadın, göremedim. sadece saatlerce telefonda birbirimize cesaret vermeye başladık.. geceye dizilmiş yıldızlar gibi ışıl uşul ama ihtiyacımız olan ışığa bizi kavuştuyramayacak yıldızlar, göktaşı yağmurunda onca üşümüşlükle karın doyurmayan ama sonsuz değerli bir sevgilerimiz inancımızın yegane kaynağıydı, mutlu olsak eğer bir gün birbirimizi çok mutlu halde görebilecektik yani görebildiğimiz için birbirimizi...
aynı hüzün benim canımı acıtmaya katıldı ne diyeyim ki sana bindik binbir olduk beni boş ver gözlerine ve yüreğine iyi bak çünkü onlarla varım bir parça..
yapamıyorrduk oturacak bir köşe bulamamıştık ya yaşayacak bir köşe de bulamıyoruz hala, kollarımız uzansa da boşlukta kalıyoruz bu kadar bitiyoruz işte birbirimizin gözyaşlarında bitiyoruz.
benim yüreğimde hep o deniz kenarında bekleniyorsun her defasında ve nicelerine, iyi ki varsın ve hep mutlu ol..
sınırların ötesine fırlatmıştın kalbini yetişebilsin diye saçlarına
hüznün avuçlarıma dökülüyordu gözlerinden
hissediyordum, kendi hüznümle beraber bir deliye çevirmekten başka bir şey hissetirmiyordu artık bana
anlıyordum ama yapılabilecek bişey yoktu
yerine haykırasım vardı tüm sevgini
dudaklarımdan taşıyordu da ruhum uçup gitmesine izin vermiyordu sözcüklerin sana kıyamazdım oysa susmak kıymaktı ya her durumda paramparçaydın
hüznünü seyretmekle birlikte hüznüme çevirdin gözlerini hiçbir gözün görmediği, görmemesi gereken bir hüznü ve aslında asla da göremeyevceğin hissedemeyeceğin bir hüznü göstermedim diye bir küslük mü başlar ki hüznü. kapanırmıymış senin iyileşebilecek hüznün, duymadın beni bilmedim halini anlatmadın, göremedim. sadece saatlerce telefonda birbirimize cesaret vermeye başladık.. geceye dizilmiş yıldızlar gibi ışıl uşul ama ihtiyacımız olan ışığa bizi kavuştuyramayacak yıldızlar, göktaşı yağmurunda onca üşümüşlükle karın doyurmayan ama sonsuz değerli bir sevgilerimiz inancımızın yegane kaynağıydı, mutlu olsak eğer bir gün birbirimizi çok mutlu halde görebilecektik yani görebildiğimiz için birbirimizi...
aynı hüzün benim canımı acıtmaya katıldı ne diyeyim ki sana bindik binbir olduk beni boş ver gözlerine ve yüreğine iyi bak çünkü onlarla varım bir parça..
yapamıyorrduk oturacak bir köşe bulamamıştık ya yaşayacak bir köşe de bulamıyoruz hala, kollarımız uzansa da boşlukta kalıyoruz bu kadar bitiyoruz işte birbirimizin gözyaşlarında bitiyoruz.
benim yüreğimde hep o deniz kenarında bekleniyorsun her defasında ve nicelerine, iyi ki varsın ve hep mutlu ol..
biz böyleyiz işin aslı :) o bana ben ona bakarım mesefelerce öteden.. sarılırız öylece sararız, ağlarız biraz.. ama küsmeyiz; severiz
YOLDAKİ YALNIZ KADIN
Bir sakıncadır, bir tehlikedir bu
hâlâ erkeklerin olan bu dünyada
yürümek yalnız başına.
...Her dönemeçte bekler seni
pususu saçma rastlantıların.
Sokaklar yaralar seni
meraklı bakışlarla.
Yoldaki yalnız kadın.
Tek savunman senin
savunmasız olman.
Düşünmedin erkeği
dayanılacak bir destek gibi,
yaslanılacak bir ağaç gövdesi,
sığınılacak bir duvar gibi
düşünmedin erkeği.
Düşünmedin erkeği
bir köprü, bir tramplen gibi.
Yapayalnız çıktın yola
eşit koşullarda tanımak istedin
ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka.
Uzaklara gidebilecek misin,
yoksa düşecek misin çamurlara?
Bilmiyorsun, direngensin ama.
Devirseler de seni yarı yolda
gene de bir yerlere varmış olacaksın
mutlaka.
Yoldaki yalnız kadın
Her şeye rağmen yürüyorsun
Her şeye rağmen durmuyorsun.
Hiçbir erkek
yalnız olamaz
bir kadın kadar.
Karanlıklar diker önüne
bir kapalı kapı.
Geceleyin hiçbir kadın
tek başına gidemez yolda.
Ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı,
açar uzayı sana
tan vakti.
Ama karanlıkta da yürüyorsun sen
çevrene korkuyla bakmadan.
Ve her adımın
bir güvenlik belgesidir
seni uzun süre korkutan
erkek için.
Adımlar çınlıyor taşlarda.
Yoldaki yalnız kadın.
En sessiz, en yürekli adımlar
aşağılanmış toprakta,
kendisi de yolda
yapayalnız bir kadın olan toprakta.
Blaga DİMİTROVA
Çeviri: Özdemir İNCE
hâlâ erkeklerin olan bu dünyada
yürümek yalnız başına.
...Her dönemeçte bekler seni
pususu saçma rastlantıların.
Sokaklar yaralar seni
meraklı bakışlarla.
Yoldaki yalnız kadın.
Tek savunman senin
savunmasız olman.
Düşünmedin erkeği
dayanılacak bir destek gibi,
yaslanılacak bir ağaç gövdesi,
sığınılacak bir duvar gibi
düşünmedin erkeği.
Düşünmedin erkeği
bir köprü, bir tramplen gibi.
Yapayalnız çıktın yola
eşit koşullarda tanımak istedin
ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka.
Uzaklara gidebilecek misin,
yoksa düşecek misin çamurlara?
Bilmiyorsun, direngensin ama.
Devirseler de seni yarı yolda
gene de bir yerlere varmış olacaksın
mutlaka.
Yoldaki yalnız kadın
Her şeye rağmen yürüyorsun
Her şeye rağmen durmuyorsun.
Hiçbir erkek
yalnız olamaz
bir kadın kadar.
Karanlıklar diker önüne
bir kapalı kapı.
Geceleyin hiçbir kadın
tek başına gidemez yolda.
Ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı,
açar uzayı sana
tan vakti.
Ama karanlıkta da yürüyorsun sen
çevrene korkuyla bakmadan.
Ve her adımın
bir güvenlik belgesidir
seni uzun süre korkutan
erkek için.
Adımlar çınlıyor taşlarda.
Yoldaki yalnız kadın.
En sessiz, en yürekli adımlar
aşağılanmış toprakta,
kendisi de yolda
yapayalnız bir kadın olan toprakta.
Blaga DİMİTROVA
Çeviri: Özdemir İNCE
17 Nis 2011
el- cevap
had yok sevgide insanlar sevgiyi bir ağırlık olarak düşünmemeli bence o yerçekimli ortamda barınamaz
kuralları yoktur
sadece kırılır ya da yok olur
hayatımda çizdiğim en güzel resimden gözlerimi ayırıp geldim sırtım ağrıyor kamburum çıkmış ama işte :)
artık bir yaşayan gibi davranmayı kesmem gerektiğini burnumu bir şürü acıya çarpınca anladım
gördün mü dediğimin ne kadar kırmızı olduğunu
kanayan bir kalp bekleme benden burnum kanar ama, yaa işte öyle
bir ölü olARAK TUTMAYACAM AMA ELİNİ BÜSBÜTÜN YAŞAYAN GÖSTERECEK BENİ sevgin
yüzüme bir gülücük yerleşecek avuçlarıma bırakacağım zaman yazmak dediğim bir ağrıyı
ellerin ne de sıcak olacak, ne de ölümsüz bir öpücük dolduracak farkımızın anasına söverken
tümüyle ölü olarak aynı suyun içine dalacağız sonra, ben boğulmam sonsuza kadar dipte kalabilirim ama sensiz ne anlamı olacak bir yaşayanın parmaklarını tutmam gerek, sırayla parmaklarımı parmaklarına dokundurmak, biraz ortaçgil dinlemek için nefesimi boynuna bırakmak şah damarının şarkısına yerleşmiş en ortaçgil kokan şarkıyı dinlemek
teninle mi konuşmak hayır, teninleşmek
sana yazmıyorum düşlerime yazıyorum, birlikte kırmaktan zevk aldığımız, birlikte!
yaşama dönmemi bekleme benden bu benim için bir hayata dönersem kulakların istemeyecek beni konuşmayı beceremiyeceğim, gözlerim anlamsızlaşacak şimdiki gibi donuk donuk bile bakmayacaklar
ağlayamadıkları için çamlaşıp parçalanaçaklar, kalbim hiç bir sevgiye bulaşacak bir kirliliği kaldıracak gibi de değil, yorulacaksın beni sarsmaktan kendime geleyim diye çünkü ne derece seveceksin ki, inanıyor musun beni sevebileceğine.
paranoyak ölü, saplantılı, sevgili yazamayan, yazamadığı için sürekli tahta kalem alıp kemiren dişli dişi,
bir ölüyüm annemden benim ruhumun rahatça dolaşabilmesi için yaşlı komşu teyzeye akşam yemeği götürmesini istemek hakkım değil mi, ama söylesem duymaz. sadece kabuslarımı uyanık halimden def etmek için yapabilir, öldüğümü bilmiyor henüz, kabuş gördüğümü sanıyor cehennemimin arasına çeklmiş camın farkında değil dört bir tarafımı sarmış.
insanlar neden birbirlerini sevmiyorlar neden hiçbirşeylerinin olmadıklarını doğarkenki çıplaklığın elbiselerle giderilmediğini anlamıyorlar
çıplak bir ölü bile olamıyorum, böceklerin ve çiçeklerin hayatlarına dahil olma huzuruna kavuşamıyor hücrelerim birilerini sevmek hatasıyla acı çekiyorlar, ölü olamayan ölülerim beni..
sevgi işini abartmışım ben hücrelerim küçük ve aciz hücrelerimle seviyorum her hücremle sonra tüm bedenim ağrıyor insanlar kalplerinden nefret ediyorlarken beyinleriyle sevgiye saplandığı için benim beyin hücrelerim aşk delisi, sevgi delisi, neden sevemezmişim deyip başımı belaya sokuyorlar kalp dinlemez beyin dinlemez peki neyim ben geri kalan ölü ben neyim
kulaklarımda sesin duyuluyor, ah kalbin sıcacık beni seviyor, sen varsın, iyi ki varsın sevgili telefondaki bir tanecik yaşayanım ve paylaşamıyacağım
tüm telefon konuşmaları insanlar gibi kapanmak üzere yaratılmıştır insanlar tarafından, sesi tükeniyor ama varlığı benimnle denilebilecek bir sevgi ama.
hışt hala ölüyüm ben be :)
bir akşam gözümde yaş tütüyor şarkıdaki gibi değil her akşamki gibi
...
gördün mü dediğimin ne kadar kırmızı olduğunu
kanayan bir kalp bekleme benden burnum kanar ama, yaa işte öyle
bir ölü olARAK TUTMAYACAM AMA ELİNİ BÜSBÜTÜN YAŞAYAN GÖSTERECEK BENİ sevgin
yüzüme bir gülücük yerleşecek avuçlarıma bırakacağım zaman yazmak dediğim bir ağrıyı
ellerin ne de sıcak olacak, ne de ölümsüz bir öpücük dolduracak farkımızın anasına söverken
tümüyle ölü olarak aynı suyun içine dalacağız sonra, ben boğulmam sonsuza kadar dipte kalabilirim ama sensiz ne anlamı olacak bir yaşayanın parmaklarını tutmam gerek, sırayla parmaklarımı parmaklarına dokundurmak, biraz ortaçgil dinlemek için nefesimi boynuna bırakmak şah damarının şarkısına yerleşmiş en ortaçgil kokan şarkıyı dinlemek
teninle mi konuşmak hayır, teninleşmek
sana yazmıyorum düşlerime yazıyorum, birlikte kırmaktan zevk aldığımız, birlikte!
yaşama dönmemi bekleme benden bu benim için bir hayata dönersem kulakların istemeyecek beni konuşmayı beceremiyeceğim, gözlerim anlamsızlaşacak şimdiki gibi donuk donuk bile bakmayacaklar
ağlayamadıkları için çamlaşıp parçalanaçaklar, kalbim hiç bir sevgiye bulaşacak bir kirliliği kaldıracak gibi de değil, yorulacaksın beni sarsmaktan kendime geleyim diye çünkü ne derece seveceksin ki, inanıyor musun beni sevebileceğine.
paranoyak ölü, saplantılı, sevgili yazamayan, yazamadığı için sürekli tahta kalem alıp kemiren dişli dişi,
bir ölüyüm annemden benim ruhumun rahatça dolaşabilmesi için yaşlı komşu teyzeye akşam yemeği götürmesini istemek hakkım değil mi, ama söylesem duymaz. sadece kabuslarımı uyanık halimden def etmek için yapabilir, öldüğümü bilmiyor henüz, kabuş gördüğümü sanıyor cehennemimin arasına çeklmiş camın farkında değil dört bir tarafımı sarmış.
insanlar neden birbirlerini sevmiyorlar neden hiçbirşeylerinin olmadıklarını doğarkenki çıplaklığın elbiselerle giderilmediğini anlamıyorlar
çıplak bir ölü bile olamıyorum, böceklerin ve çiçeklerin hayatlarına dahil olma huzuruna kavuşamıyor hücrelerim birilerini sevmek hatasıyla acı çekiyorlar, ölü olamayan ölülerim beni..
sevgi işini abartmışım ben hücrelerim küçük ve aciz hücrelerimle seviyorum her hücremle sonra tüm bedenim ağrıyor insanlar kalplerinden nefret ediyorlarken beyinleriyle sevgiye saplandığı için benim beyin hücrelerim aşk delisi, sevgi delisi, neden sevemezmişim deyip başımı belaya sokuyorlar kalp dinlemez beyin dinlemez peki neyim ben geri kalan ölü ben neyim
kulaklarımda sesin duyuluyor, ah kalbin sıcacık beni seviyor, sen varsın, iyi ki varsın sevgili telefondaki bir tanecik yaşayanım ve paylaşamıyacağım
tüm telefon konuşmaları insanlar gibi kapanmak üzere yaratılmıştır insanlar tarafından, sesi tükeniyor ama varlığı benimnle denilebilecek bir sevgi ama.
hışt hala ölüyüm ben be :)
bir akşam gözümde yaş tütüyor şarkıdaki gibi değil her akşamki gibi
...
15 Nis 2011
dair'e dair
Yazdıklarımın eksik, biçimsiz bazen sahte yanlışlıkla güzel, utanmadan sevimli, küt diye k.. Olması gerekmez mi diyorum tıpkı yaşananlar gibi, bir sürü deli saçması da olmalı, toz pembesine çamur da bulaşmalı, dudak bükmeli, e.ce öpmeli kıkırdamalı, ardında göz yaşı dökülmeli henüz çok gençti diye, acıtmaktan korktmalı diye bazen terketmeli, kusmalı, ama tüm o karmaşada arsız mutluluklar ve deli ruhlar da at koşturmalı
re ser res..
Kirpiklerin yanağımda ne arıyor sen uyurken, pardon saçımmış yüzüme değen bir özlem karışıklığı. Ve piyanist başlıyor çalmaya parmakları delice hareket ediyor, piyano renkten renge giriyor, piyanist hangi cehennemde kim bilir.
cesaretini arıyorum bir sürü notayı aralayıp geçerken bir trende bulacağımı düşünerek
her düşüncem yanılgı sadece..
cesaretini arıyorum bir sürü notayı aralayıp geçerken bir trende bulacağımı düşünerek
her düşüncem yanılgı sadece..
adını unuttum
Ses, geceye takılmış bozuk bir biçimde kulaklarına ulaşıyor. Kulakların bir duvara dönüşüyor. Yüreğin bozuluyor, kalemim bozuluyor buna müteakiben de geri kalan her şey önemsizleşiyor. Uykuda boşluğa düşermişçesine bir sessizlik ritim bozukluğu oluşturuyor, çatlamalar, yokolmalar...
seni dinliyorum zihnimle, hala yaşıyor olmanı..
tertemiz bir sevgiyi sayfaları karalayarak kirletemezsin, düşündüklerin ve hissettiklerin kötümser düşüncelerine kanmanın sana yeni bir hikaye anlatacağının heyecanına satmandan ibaret. Farkında değilsin..
tertemiz bir sevgiyi sayfaları karalayarak kirletemezsin, düşündüklerin ve hissettiklerin kötümser düşüncelerine kanmanın sana yeni bir hikaye anlatacağının heyecanına satmandan ibaret. Farkında değilsin..
baksak ne de güzeldi..
gözlerimizi bulsak belki de yüreğimizi ha?
dokuz
Bir filmin en yıkıcı sahnesiyiz ne yazık devamımız filminkiyle aynı acıtmazlıkta bitme şansına sahip değil, eteğimden taşlar sunmamı bekleme kalbimdeki göremediğin ve önemseyemediğin sevgiyi taşımakla meşgulken tüm benliğim sadece gözümde birikmiş bir iki hediye ettiğin aldatmışlık var, çıkmayan leke.
tüketirken oyun oynama, seviyor olduğunu hatırlayıp dizme dizeler, yerin dibine batsın seslice söylemek yerine ortalıkta sergilediğin tüm sevgin.
evet o filmde aynı cümleleri ben de duydum aynı kırgınlığı yaşadım ama duymadım kırıkların sesini ve açtığı yaraları göremedin
çokta umrundaydı sanki ya hani, pehh incinmişim aldatılmışım ya da aldanmışım...
salak ben.
14 Nis 2011
aniden söndürülmüş mumlar
Bilemedim; sevdiğimi sevdin diye üzerine geçirdin gidişlerimi, öylesine kırılgan ve ikinci el. Güneşi topraklarımda doğuşunu bekleyip sana göndermemdi sabahın anlamı, yanın yanım yine de. Kırıklar içinde bırakmadan kurduğumuz cümlelerde bile gülümseyebiliyorken cümleleri tüketmiş mi oldum tüm korkuların eşliğinde.
tüm suçlarımla, bahanelerimle yine de mavi olmalı gökyüzümüz ki kelebeksiz geçmesin günlerimiz, çiçeksiz, büyütmem gereken çiçekler var sevgi ve afla açacak.
çok geç.. Uyumaktan başka bişey yapmamalı kafası karışık üzülmekten anlamayan cümleler kurmamalı, gülümsemeli; güneş doğurmalı böylece.. Avuçlarına konmamış olmaları yüreklerinde bulunmandan kaynaklı hem..
çok geç.. Uyumaktan başka bişey yapmamalı kafası karışık üzülmekten anlamayan cümleler kurmamalı, gülümsemeli; güneş doğurmalı böylece.. Avuçlarına konmamış olmaları yüreklerinde bulunmandan kaynaklı hem..
mavi kuşa verilecek mor çiçeğin eksik ayak tırnağı
Abuk sabuk bir cümle yanında, kafayı sıyırmış. Bayım kafanızı sıyırabilir miyim her ne kadar susuşunu birlikte ölmemiz gereken an olarak şeçmeyi önerseniz bile.
sonra şiirler, şarkılar, resimler akıyor günlerin içinden ama güvenimiz eksikmiş olmazsa olmaz canımızı yakan bir hüzün oluyor hatalar. Hataların canını yakmasına izin vermeyeyim diyorum, canımızı diri diri gömüyorum acıyacak bir ruh bırakmadın uyuşunca, aşk biliyorsun sevince bu halde hata yapmamak olanaksız..
etrafta çiçek falan açıyor acımı çekemeden daha. .
devam et her şeyi sesizliğinle yıkmaya, ne diyeyim ki?..
sonra şiirler, şarkılar, resimler akıyor günlerin içinden ama güvenimiz eksikmiş olmazsa olmaz canımızı yakan bir hüzün oluyor hatalar. Hataların canını yakmasına izin vermeyeyim diyorum, canımızı diri diri gömüyorum acıyacak bir ruh bırakmadın uyuşunca, aşk biliyorsun sevince bu halde hata yapmamak olanaksız..
etrafta çiçek falan açıyor acımı çekemeden daha. .
devam et her şeyi sesizliğinle yıkmaya, ne diyeyim ki?..
8 Nis 2011
boğuncun gelişi
Saldor öyküsünü şöyle anlatır:
"Durmadan yeni biçimlerde kendini duyuran bu boğuncu nasıl anlamlandırmalı? Nasıl kavramalı? Boğuncun gelişini önlemeyi bir yana bırakıyorum; -şimdi düşünmedim onu; bu boğuncu anlatabilmek için yazı yazmaya oturanana değin karanlığa sürüklense sürüklensin- anlatabilmeyi kuruyordum.
"bana ölüm düşüncesini getirmiyor mu? Daha doğrusu, kendi kendini öldürme düşüncesini. Boğuncun derininde büyük bir yaşama isteğinin yattığını biliyorum. Ölümle yaşam kendi üzerinde dönüp duran akrobat. Birinden ötekine geçiyorum.
"bir süredir tanımadığım bir boğuncun içinde olduğumu, onun yaşamıma yerleşmiş olduğunu duyuyorum, algılamaya da başladım bunu. Boğunç duyuruyor kendini, giderek sarıyor dört bir yanımı, bir 'düşünce' olmak istiyor. Bunun yokluk önünde duyulan boğuntu olmadığını biliyorum, varlığın hiçliğe doğru akıp gitmesi değil bu, varlığın o süreğen bunaltısı değil. Ama onun gibi kalıcı, bilincimi saran bir dolgu; her sorunun karşılığı olmak istiyor, boş bulduğu yerlere akarak, düzensiz ama dolgun bir kireçlenme yaratıyor, geçmişteki boğunçları da bir bir bilinç yüzeyine çıkarıyor; birer boğunçta onlar, değisik biçimlerde kendini duyurmuş birer boğunç; boğuncun bilinçlenmesi geçmişteki boğunçları da çıkarıyor ortaya.
(...)
D. Özlü
"bana ölüm düşüncesini getirmiyor mu? Daha doğrusu, kendi kendini öldürme düşüncesini. Boğuncun derininde büyük bir yaşama isteğinin yattığını biliyorum. Ölümle yaşam kendi üzerinde dönüp duran akrobat. Birinden ötekine geçiyorum.
"bir süredir tanımadığım bir boğuncun içinde olduğumu, onun yaşamıma yerleşmiş olduğunu duyuyorum, algılamaya da başladım bunu. Boğunç duyuruyor kendini, giderek sarıyor dört bir yanımı, bir 'düşünce' olmak istiyor. Bunun yokluk önünde duyulan boğuntu olmadığını biliyorum, varlığın hiçliğe doğru akıp gitmesi değil bu, varlığın o süreğen bunaltısı değil. Ama onun gibi kalıcı, bilincimi saran bir dolgu; her sorunun karşılığı olmak istiyor, boş bulduğu yerlere akarak, düzensiz ama dolgun bir kireçlenme yaratıyor, geçmişteki boğunçları da bir bir bilinç yüzeyine çıkarıyor; birer boğunçta onlar, değisik biçimlerde kendini duyurmuş birer boğunç; boğuncun bilinçlenmesi geçmişteki boğunçları da çıkarıyor ortaya.
(...)
D. Özlü
çobanların tapınması
Göremeden gördüm, yokoldu dünya, o gece,
yarılan gökten kumru gibi üstüme
gelen, Korku'ydu, kulaklarımda gezen soluk
doluyordu içime ve yasak, dünyayı kuruyordu.
Söylenmeyen bir şarkıydı her şey, duyduğum en güzel...
Ürperirken, titrerken, çırpınırken önünde, çocuklar gibi,
güvenle, duyduğum... Birden, belirdi dünya yeniden.
Gelecek içimde, gömdüm çıplaklığı gözlerime.
Karanlıktı gece, sessizliğin içinden süzülen
bir yıldızdı, gök ışıdı, bakakaldım. Unuttum.
Unutuldum. Zaman harabeye çevirdi ruhumu.
Hem, hiç aynı yere bakmadık, hiç gülmedim.
-L.Y - kayıp ruhlar isimsiz adalar
yarılan gökten kumru gibi üstüme
gelen, Korku'ydu, kulaklarımda gezen soluk
doluyordu içime ve yasak, dünyayı kuruyordu.
Söylenmeyen bir şarkıydı her şey, duyduğum en güzel...
Ürperirken, titrerken, çırpınırken önünde, çocuklar gibi,
güvenle, duyduğum... Birden, belirdi dünya yeniden.
Gelecek içimde, gömdüm çıplaklığı gözlerime.
Karanlıktı gece, sessizliğin içinden süzülen
bir yıldızdı, gök ışıdı, bakakaldım. Unuttum.
Unutuldum. Zaman harabeye çevirdi ruhumu.
Hem, hiç aynı yere bakmadık, hiç gülmedim.
-L.Y - kayıp ruhlar isimsiz adalar
7 Nis 2011
If her habds shake she will spill the tea
Sabahın yedisi, yediden bişeyler kaybetmiş bir halde uyanıyorum, alarm çalmış çalmış ama ben uyanamamışım içimdeki kelebeklerin canı yanıyor derse geç kalacağım boş ver boş ver canının acısını hissetmeye devam et diyorum yokluluklar ve varlıklar adına ne kadar can yakıcı anı varsa hepsini gözlerine batır ruhuna tükür hayata diyorum kendime tükürmekten kaçıp.
Ne yapacaktık; o evet yaşayacaktık, gülecek, zırlayacak, çıldıracak falan filanlaşacak bitecek, dikecek öyle böyle ölecektik neyin peşinde olduğumuzu çoğu zaman bilmeden. Bilmiyorum ki neyin peşindeyim, gerçekten neyin peşindesin sen kızım ne istiyorsun nasıl yaşarsın sevdiğin adam akıllı bir hayat düzeni yok mudur tercihlerin hayır diyebilme becerisini de gösteremiyorsun yaptığın şeylerin getirileri de götürüleride umurunda değil ve sen bir hastasın sen ne hastası onu da bilmiyorum ruhun mu hasta öksür bakayım diyemeyeceğim , yataktan çık hadi uyan derse geç kalıyorsun..
bir iki bir şey atıştırıp dışarı, hava içime işletiyor soğuğunu iki kolumda iki ağırlık yanımdan geçen insanlar yeşermeye başlayan doğa çiçek açmakta her bir şey ama hiç anlamı yok bakınca bir döngünün bir parçasından ibaret her şey neslin devamı için görüntünün güzelliği hiçbir anlam ifade etmiyor gökyüzünü bıraktım bu aralar kaybettiklerimi mi aradığımdan mıdır nedir yere bakıyorum kaldırım taşlarıyla oynuyor zihnim hikayeler yaratıyor onlardan kaç hikaye basmıştır her birine kaç damla düşmüştür yağmurla ya peki gözyaşları beni de alılar mı yanların…
elime çam kokusu bulaşıyor, ne de özledim ne de çok.. içim ben dalarken ellerini çözmüş hemen ağzından bandı çekmişte bağırıyor her şeyi doğaya kulaklarım duymak zorunda değiller aldırmıyorlar iyi de ben yaşamıyordum ki bu ses vicdanımı arıyor olsun duymuyorum bir şey her şeye özlem bulaşıyor kahretsin..
yürüyorum yürüyorum yürüyorum telefonla konuşuyorum ders işlenmeyecek falan filan umurumda mı ki dönüyorum da nereye dönüşlerim değil sade hayat nereye ne kadar da önemsiz bir insanım kimse sevsin istemiyorum beni hiç kimse hepsi uzak dursun yoruldum ben tükenirken yorulurken yaşamak zorunda kalıyorum yaşamak istemiyorum ağlamakta istemiyorum ilaç kullanmakta
herkes gidince, ben de gitmiş bulunmaktayken sen de gitmiştin benle gelmemiştin
her şey anlamını yitiriyor, bir dikene takılıyor tüm görüntüler tüm zaman işe yaramaz bir paçavra oluyor
yağmur mu yağıyor kimse görmeden ben mi ağlıyorum karanlıkta bir sokak lambasının aydınlığında sevinç içinde çığlık çığlığa yağmur damlaları benim gözlerimi görüyorlar güneş çıksın istemiyorum
yatağıma oturup yazıyorum sırtım ağrıyor tuş sesleri zamanın incecik sesine karışıyor bir şarkı bir şarkı tüm diğer şarkılar gibi anlamsız ama anılar arasından fışkırır halde anıları fışkırtıyor üzerime güzel anıların canımı yakışlarına eşlik ediyor beynim tutamıyor yaşadıklarımı unutuyorum ama zaman zaman aniden hortluyorlar içimde bu bir çılgınlık hali
ne olduğunun farkında değilim duygularımı analiz edecek gücüm yok hangi tarafa dönsem hangi sözcüğe dokunsam birkaç çok kullanılmış acı cümlelerine dönüşmek üzere yığılıp kalıyorlar cümle kuracak halim yok ama off bilmiyorum
kendimi kendimi incitmeye hakkım var mı bilmiyorum ben ben ne yapayım
hayatıma bulaşmalısın tek kurtuluş yolu bu, hayatına bulaşmamalıyım bu kurtuluş yolarından biri senin için…
duydun mu ki..
4 Nis 2011
YIKICI KARAKTER
O, sürekli yanlış anlaşılır, dedikodulara maruz kalır. Umurunda değildir. Kibirinden değil. Sadece yanlış anlaşılma korkusu üstüne kurulu küçük burjuva toplumsal düzeninin dışında olduğu içi.
Benjamin’in ışıklar saçan
nihilizmi, müthiş bir umut vaad eder. Umut kelimesinin yüklendiği ‘mahfaza-adam’ freni anlamından söz etmiyorum elbet. “Aman bir tatsızlık çıkmasın” diye hayatı askıya almanın, ertelemenin üstbaşlığına dönüşen umut politikasından hiç söz etmiyorum.
Dünyayı ve hayatı okurken, hepimizi iğdiş eden onca önkabulün, bilginin, geleneğin dışında bir bakış sunduğu için.
İnsan olma serüveninin sonsuz zenginliğini imlediği için.
Bahçemde onun benzersiz bir işaret fişeği olan yazısının sonunu okuyorum:
“Yıkıcı karakterde, asıl heyecanı olayların gidişine karşı duyduğu altedilemez kuşkularda bulan ve her şeyin ters gidebileceğine her an hazır olmanın verdiği tarihsel insan bilinci vardır. O nedenle güvenilirliğin ta kendisidir yıkıcı karakter.
Hiçbir şeyin kalıcı olduğunu kabul etmez yıkıcı karakter. Ama işte bu yüzden her yerde bir takım yollar görür. Başkalarının duvarlar ve dağlarla karşılaştığı yerde de bir yol görür o. Ancak bir yol gördüğü içindir ki her yerde de engelleri ortadan kaldırmak zorundadır. Her zaman kaba değil, zaman zaman en soylu şiddetle. Her yerde bir yol gördüğü için de kendisi hep yol ağızlarındadır. Zamanın hiçbir anı sonraki anın neler getireceğini bilemez. Var olanı yıkıntıya çevirir bu karakter, yıkıntı olsun diye değil, tersine bu yıkıntıdan geçecek yolu açmak için.
Hayatın yaşanmaya değer olduğu duygusu içinde yaşamaz yıkıcı karakter, intihar etmek zahmetine değmez diye yaşar sadece.”
YILDIRIM TÜRKER
Benjamin’in ışıklar saçan
nihilizmi, müthiş bir umut vaad eder. Umut kelimesinin yüklendiği ‘mahfaza-adam’ freni anlamından söz etmiyorum elbet. “Aman bir tatsızlık çıkmasın” diye hayatı askıya almanın, ertelemenin üstbaşlığına dönüşen umut politikasından hiç söz etmiyorum.
Dünyayı ve hayatı okurken, hepimizi iğdiş eden onca önkabulün, bilginin, geleneğin dışında bir bakış sunduğu için.
İnsan olma serüveninin sonsuz zenginliğini imlediği için.
Bahçemde onun benzersiz bir işaret fişeği olan yazısının sonunu okuyorum:
“Yıkıcı karakterde, asıl heyecanı olayların gidişine karşı duyduğu altedilemez kuşkularda bulan ve her şeyin ters gidebileceğine her an hazır olmanın verdiği tarihsel insan bilinci vardır. O nedenle güvenilirliğin ta kendisidir yıkıcı karakter.
Hiçbir şeyin kalıcı olduğunu kabul etmez yıkıcı karakter. Ama işte bu yüzden her yerde bir takım yollar görür. Başkalarının duvarlar ve dağlarla karşılaştığı yerde de bir yol görür o. Ancak bir yol gördüğü içindir ki her yerde de engelleri ortadan kaldırmak zorundadır. Her zaman kaba değil, zaman zaman en soylu şiddetle. Her yerde bir yol gördüğü için de kendisi hep yol ağızlarındadır. Zamanın hiçbir anı sonraki anın neler getireceğini bilemez. Var olanı yıkıntıya çevirir bu karakter, yıkıntı olsun diye değil, tersine bu yıkıntıdan geçecek yolu açmak için.
Hayatın yaşanmaya değer olduğu duygusu içinde yaşamaz yıkıcı karakter, intihar etmek zahmetine değmez diye yaşar sadece.”
YILDIRIM TÜRKER
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)