25 Nis 2011

patlamasını bekleyeceğin bir kestane değil bu yerinden büsbütün çıkmış bir hayat sadece

ah bu saate nasılda acımadan
"nasılsın?" diyebiliyor insanlar..
yanımda değilken en sayıklayanından bir sevgi
yanımda üzerine kül rengi duygusuzluğumu resmettiğim bir oda arkadaşından başka biri değil ki hadi uyu geç oldu diye başını yastığa koyunca beni uyutan
pencereye biraz deniz manzarası bırakan bir bakış bırakıyorum tüm uykusuzluğa
nasıl değilim ben, bir yarasanın ağzında tüm gecelerim, üstelik ölü bir yarasanın gagası bu..
her hücremin başı dönüyor, başı döne döne yol alıyor tüm sabahlar bana doğru
beynimin oksijensiz kalmış olması bile kurtarmıyor beni, neyle bağlıyım bu hayata anlamıyorum, topuğumla kumda anlamsız şekiller oluştururken, bir dikenin üzerine düşerken..

şaşırıp kalmış bir sevgili çöp kutusu niteliğindeki adam -babam n'olmuş-

Suskunluğunun suskunluğumun peşine takılmış olmasındaki derinlikte yeni bir nefes doğuyor tek ihtiyaç sahibi benmişim gibi değil benim parmak izlerimi seven bir nefes diye parmak uçlarıma zıplayıp kirpiklerine tutunup nefes boruma varıyor bir şekilde hayatıma dahil oluyor, yalnızca aşktan doğmaz ki nefes bu adı konulmamış hüzne duyulan öfkeden doğdu nefes ve ardı arkası kesilmedi, henüz çıkardığın ayakkabılarında rastlanan kapı kolunda beni bekleyen bir sokağa adını verebilecek kadar şehir dolusu bir hayat ama yetmiyor bana yetmiyor ya başını ağrıtıyorsa da bilmen gereken bir şey olmalıysa biraz daha kandırabilmeye bak güzelliğini yaşanılanların, ama kulaklarımda alsam dolduramayacağın nefessiz bir bölgeyi duymanı bekleyeceğim kalbime doğru keskin bir inişi olan kanımı bulandıran boğazıma akan bir bilinmez kusturan acı bir kaosu çocukluğun masum anılarına dahi bulaştıran
Bir iki, üçe gelince yeni bir şehirde buluyorum kendimi, şehirler hep aynı boşluğa akıyor, cevap vermedin soruma sönüp gitmenin sararmışlığına sardığım bir sigara dumanı gibi içime hapsettim tüm gözyaşlarımı ciğerlerime kadar ittim biraz acı ve biraz da nefes kesici hem sağlığa zararlı…
Yavaş yavaş alışıyorsun, ikna edebiliyorsun yüzünü insanlara çevirmek için ki bazısını öpmeye bile yelteniyorsun ani bir hızla.. aynı çümleler, klişeleşmiş utanmazlığına –hiç fark edemedin utanmazlığını yakışıyor mu buluyordun nedir, nedendir bilemedim- ses veriyorsun yine.. karışık cümleler arama acıyorsa acıyordur canı noktalama işaretlerine küs yazılarımın. Aldatıcılık gibi bir iç çekişi yoktur kendini kurtarma bencilliğiyle henüz tanışmadı, en büyük korkusu sevdiklerinin mutsuz olması diyor yöneltilen soruya, hayal kırıklığına uğramaktan zevk aldığını da itiraf ediyor birkaç dakika sonra, hayal kırıklığı değil ama yerle bir olmuş soluklarına asılı duruyor gözleri o yüzden hala bu şavaşta bir kahramanı oyn amaya çalışırken her zamanki trajkomik dansını sergiliyor ilk bakışta soğuk kanlı keşiflerle gülümseyen yüzüne doğru fırlatıyor tüm okları, kendimi vuruyorum değişen bir şey yok
Biraz daha uzuyor saniyeler yüzünde, yağmur suyunun alıp götürdüğü susuzluğuna dokunuyor hareketleri ellerimin, ama içimin kırıklığı geçmiyor sarılıp ağlamayana kadar neden duyamıyorsun ki sebepli ya da sebepsiz canımı yakan bir kırıklığın içime sızmışlığından öte içimi basmışlığını. kanata kanata bir duaya yer açılıyor ellerimde, içinde neler geçtiği hakkında hiçbir fikrim yok, sızıp kalan dualar bir türlü hatırlanmayan belki hiç olmamış uyku ilacı alan, paranoyak oldukları için kabul görmeyen..

19 Nis 2011

YOLDAKİ YALNIZ KADIN

Bir sakıncadır, bir tehlikedir bu
hâlâ erkeklerin olan bu dünyada
yürümek yalnız başına.
...Her dönemeçte bekler seni
pususu saçma rastlantıların.
Sokaklar yaralar seni
meraklı bakışlarla.
Yoldaki yalnız kadın.
Tek savunman senin
savunmasız olman.

Düşünmedin erkeği
dayanılacak bir destek gibi,
yaslanılacak bir ağaç gövdesi,
sığınılacak bir duvar gibi
düşünmedin erkeği.
Düşünmedin erkeği
bir köprü, bir tramplen gibi.
Yapayalnız çıktın yola
eşit koşullarda tanımak istedin
ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka.

Uzaklara gidebilecek misin,
yoksa düşecek misin çamurlara?
Bilmiyorsun, direngensin ama.
Devirseler de seni yarı yolda
gene de bir yerlere varmış olacaksın
mutlaka.
Yoldaki yalnız kadın
Her şeye rağmen yürüyorsun
Her şeye rağmen durmuyorsun.

Hiçbir erkek
yalnız olamaz
bir kadın kadar.
Karanlıklar diker önüne
bir kapalı kapı.
Geceleyin hiçbir kadın
tek başına gidemez yolda.
Ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı,
açar uzayı sana
tan vakti.

Ama karanlıkta da yürüyorsun sen
çevrene korkuyla bakmadan.
Ve her adımın
bir güvenlik belgesidir
seni uzun süre korkutan
erkek için.
Adımlar çınlıyor taşlarda.
Yoldaki yalnız kadın.
En sessiz, en yürekli adımlar
aşağılanmış toprakta,
kendisi de yolda
yapayalnız bir kadın olan toprakta.

Blaga DİMİTROVA

Çeviri: Özdemir İNCE

17 Nis 2011

acemiliklerim, çiziktirdiklerim



hayatımda çizdiğim en güzel resimden gözlerimi ayırıp geldim sırtım ağrıyor kamburum çıkmış ama işte :)

artık bir yaşayan gibi davranmayı kesmem gerektiğini burnumu bir şürü acıya çarpınca anladım
gördün mü dediğimin ne kadar kırmızı olduğunu
kanayan bir kalp bekleme benden burnum kanar ama, yaa işte öyle
bir ölü olARAK TUTMAYACAM AMA ELİNİ BÜSBÜTÜN YAŞAYAN GÖSTERECEK BENİ sevgin
yüzüme bir gülücük yerleşecek avuçlarıma bırakacağım zaman yazmak dediğim bir ağrıyı
ellerin ne de sıcak olacak, ne de ölümsüz bir öpücük dolduracak farkımızın anasına söverken
tümüyle ölü olarak aynı suyun içine dalacağız sonra, ben boğulmam sonsuza kadar dipte kalabilirim ama sensiz ne anlamı olacak bir yaşayanın parmaklarını tutmam gerek, sırayla parmaklarımı parmaklarına dokundurmak, biraz ortaçgil dinlemek için nefesimi boynuna bırakmak şah damarının şarkısına yerleşmiş en ortaçgil kokan şarkıyı dinlemek
teninle mi konuşmak hayır, teninleşmek
sana yazmıyorum düşlerime yazıyorum, birlikte kırmaktan zevk aldığımız, birlikte!
yaşama dönmemi bekleme benden bu benim için bir hayata dönersem kulakların istemeyecek beni konuşmayı beceremiyeceğim, gözlerim anlamsızlaşacak şimdiki gibi donuk donuk bile bakmayacaklar
ağlayamadıkları için çamlaşıp parçalanaçaklar, kalbim hiç bir sevgiye bulaşacak bir kirliliği kaldıracak gibi de değil, yorulacaksın beni sarsmaktan kendime geleyim diye çünkü ne derece seveceksin ki, inanıyor musun beni sevebileceğine.
paranoyak ölü, saplantılı, sevgili yazamayan, yazamadığı için sürekli tahta kalem alıp kemiren dişli dişi,
bir ölüyüm annemden benim ruhumun rahatça dolaşabilmesi için yaşlı komşu teyzeye akşam yemeği götürmesini istemek hakkım değil mi, ama söylesem duymaz. sadece kabuslarımı uyanık halimden def etmek için yapabilir, öldüğümü bilmiyor henüz, kabuş gördüğümü sanıyor cehennemimin arasına çeklmiş camın farkında değil dört bir tarafımı sarmış.
insanlar neden birbirlerini sevmiyorlar neden hiçbirşeylerinin olmadıklarını doğarkenki çıplaklığın elbiselerle giderilmediğini anlamıyorlar
çıplak bir ölü bile olamıyorum, böceklerin ve çiçeklerin hayatlarına dahil olma huzuruna kavuşamıyor hücrelerim birilerini sevmek hatasıyla acı çekiyorlar, ölü olamayan ölülerim beni..
sevgi işini abartmışım ben hücrelerim küçük ve aciz hücrelerimle seviyorum her hücremle sonra tüm bedenim ağrıyor insanlar kalplerinden nefret ediyorlarken beyinleriyle sevgiye saplandığı için benim beyin hücrelerim aşk delisi, sevgi delisi, neden sevemezmişim deyip başımı belaya sokuyorlar kalp dinlemez beyin dinlemez peki neyim ben geri kalan ölü ben neyim
kulaklarımda sesin duyuluyor, ah kalbin sıcacık beni seviyor, sen varsın, iyi ki varsın sevgili telefondaki bir tanecik yaşayanım ve paylaşamıyacağım
tüm telefon konuşmaları insanlar gibi kapanmak üzere yaratılmıştır insanlar tarafından, sesi tükeniyor ama varlığı benimnle denilebilecek bir sevgi ama.
hışt hala ölüyüm ben be :)
bir akşam gözümde yaş tütüyor şarkıdaki gibi değil her akşamki gibi

...


15 Nis 2011

a

Gözlerime çökmüş bir denizci, balık kokusu burnumda dalgaları zihnime sürüyor. Denizkabuğu takıyor dişlerimin yerine,
iki inci büyütüyor avuçlarımda,
gözyaşlarımla üç kişilik bir aileyi geçindiriyor..

bir demirci yerleşmiş kulaklarıma
demiri her dövüşünde bir halkası eksiliyor özgürlüğümün
sessizliğin süresince

bir çingene elimde dönüyor sonsuz bir raksa
titreyorsa da ellerim biliyorum ki güzel bir danstandır aslında bu..

bir kadının süt sağıyor saçlarımda zamanla
ve ileride müthiş bir manzara
bileğindeki altın bilezikler azalıyor zamanla sağılacak inekler çoğaldıkça, çoğalmak üzere

cennet mi var üzerimde
cehennem mi
hayat mı
ölüm mü

re ser res..

Kirpiklerin yanağımda ne arıyor sen uyurken, pardon saçımmış yüzüme değen bir özlem karışıklığı. Ve piyanist başlıyor çalmaya parmakları delice hareket ediyor, piyano renkten renge giriyor, piyanist hangi cehennemde kim bilir.
cesaretini arıyorum bir sürü notayı aralayıp geçerken bir trende bulacağımı düşünerek
her düşüncem yanılgı sadece..

adını unuttum

Ses, geceye takılmış bozuk bir biçimde kulaklarına ulaşıyor. Kulakların bir duvara dönüşüyor. Yüreğin bozuluyor, kalemim bozuluyor buna müteakiben de geri kalan her şey önemsizleşiyor. Uykuda boşluğa düşermişçesine bir sessizlik ritim bozukluğu oluşturuyor, çatlamalar, yokolmalar...
seni dinliyorum zihnimle, hala yaşıyor olmanı..

tertemiz bir sevgiyi sayfaları karalayarak kirletemezsin, düşündüklerin ve hissettiklerin kötümser düşüncelerine kanmanın sana yeni bir hikaye anlatacağının heyecanına satmandan ibaret. Farkında değilsin..
 baksak ne de güzeldi..
gözlerimizi bulsak belki de yüreğimizi ha?

dokuz

Bir filmin en yıkıcı sahnesiyiz ne yazık devamımız filminkiyle aynı acıtmazlıkta bitme şansına sahip değil, eteğimden taşlar sunmamı bekleme kalbimdeki göremediğin ve önemseyemediğin sevgiyi taşımakla meşgulken tüm benliğim sadece gözümde birikmiş bir iki hediye ettiğin aldatmışlık var, çıkmayan leke.
tüketirken oyun oynama, seviyor olduğunu hatırlayıp dizme dizeler, yerin dibine batsın seslice söylemek yerine ortalıkta sergilediğin tüm sevgin.
evet o filmde aynı cümleleri ben de duydum aynı kırgınlığı yaşadım ama duymadım kırıkların sesini ve açtığı yaraları göremedin
çokta umrundaydı sanki ya hani, pehh incinmişim aldatılmışım ya da aldanmışım...
salak ben.

14 Nis 2011

hayatı

yol olarak görmüyorum ben bir topun üzerinde kendimizle futbol mu oynuyoruz nedir bi şekilde sefil hissediyorum kendimi şu sıralar

mavi kuşa verilecek mor çiçeğin eksik ayak tırnağı

Abuk sabuk bir cümle yanında, kafayı sıyırmış. Bayım kafanızı sıyırabilir miyim her ne kadar susuşunu birlikte ölmemiz gereken an olarak şeçmeyi önerseniz bile.
sonra şiirler, şarkılar, resimler akıyor günlerin içinden ama güvenimiz eksikmiş olmazsa olmaz canımızı yakan bir hüzün oluyor hatalar. Hataların canını yakmasına izin vermeyeyim diyorum, canımızı diri diri gömüyorum acıyacak bir ruh bırakmadın uyuşunca, aşk biliyorsun sevince bu halde hata yapmamak olanaksız..
etrafta çiçek falan açıyor acımı çekemeden daha. .
devam et her şeyi sesizliğinle yıkmaya, ne diyeyim ki?..




12 Nis 2011

10 Nis 2011

-

8 Nis 2011

-

boğuncun gelişi

Saldor öyküsünü şöyle anlatır:
"Durmadan yeni biçimlerde kendini duyuran bu boğuncu nasıl anlamlandırmalı? Nasıl kavramalı? Boğuncun gelişini önlemeyi bir yana bırakıyorum; -şimdi düşünmedim onu; bu boğuncu anlatabilmek için yazı yazmaya oturanana değin karanlığa sürüklense sürüklensin- anlatabilmeyi kuruyordum.
"bana ölüm düşüncesini getirmiyor mu? Daha doğrusu, kendi kendini öldürme düşüncesini. Boğuncun derininde büyük bir yaşama isteğinin yattığını biliyorum. Ölümle yaşam kendi üzerinde dönüp duran akrobat. Birinden ötekine geçiyorum.
"bir süredir tanımadığım bir boğuncun içinde olduğumu, onun yaşamıma yerleşmiş olduğunu duyuyorum, algılamaya da başladım bunu. Boğunç duyuruyor kendini, giderek sarıyor dört bir yanımı, bir 'düşünce' olmak istiyor. Bunun yokluk önünde duyulan boğuntu olmadığını biliyorum, varlığın hiçliğe doğru akıp gitmesi değil bu, varlığın o süreğen bunaltısı değil. Ama onun gibi kalıcı, bilincimi saran bir dolgu; her sorunun karşılığı olmak istiyor, boş bulduğu yerlere akarak, düzensiz ama dolgun bir kireçlenme yaratıyor, geçmişteki boğunçları da bir bir bilinç yüzeyine çıkarıyor; birer boğunçta onlar, değisik biçimlerde kendini duyurmuş birer boğunç; boğuncun bilinçlenmesi geçmişteki boğunçları da çıkarıyor ortaya.
(...)
D. Özlü

çobanların tapınması

Göremeden gördüm, yokoldu dünya, o gece,
yarılan gökten kumru gibi üstüme
gelen, Korku'ydu, kulaklarımda gezen soluk
doluyordu içime ve yasak, dünyayı kuruyordu.

Söylenmeyen bir şarkıydı her şey, duyduğum en güzel...
Ürperirken, titrerken, çırpınırken önünde, çocuklar gibi,
güvenle, duyduğum... Birden, belirdi dünya yeniden.
Gelecek içimde, gömdüm çıplaklığı gözlerime.

Karanlıktı gece, sessizliğin içinden süzülen
bir yıldızdı, gök ışıdı, bakakaldım. Unuttum.
Unutuldum. Zaman harabeye çevirdi ruhumu.
Hem, hiç aynı yere bakmadık, hiç gülmedim.
-L.Y - kayıp ruhlar isimsiz adalar

4 Nis 2011

YIKICI KARAKTER

O, sürekli yanlış anlaşılır, dedikodulara maruz kalır. Umurunda değildir. Kibirinden değil. Sadece yanlış anlaşılma korkusu üstüne kurulu küçük burjuva toplumsal düzeninin dışında olduğu içi.
Benjamin’in ışıklar saçan
nihilizmi, müthiş bir umut vaad eder. Umut kelimesinin yüklendiği ‘mahfaza-adam’ freni anlamından söz etmiyorum elbet. “Aman bir tatsızlık çıkmasın” diye hayatı askıya almanın, ertelemenin üstbaşlığına dönüşen umut politikasından hiç söz etmiyorum.
Dünyayı ve hayatı okurken, hepimizi iğdiş eden onca önkabulün, bilginin, geleneğin dışında bir bakış sunduğu için.
İnsan olma serüveninin sonsuz zenginliğini imlediği için.
Bahçemde onun benzersiz bir işaret fişeği olan yazısının sonunu okuyorum:
“Yıkıcı karakterde, asıl heyecanı olayların gidişine karşı duyduğu altedilemez kuşkularda bulan ve her şeyin ters gidebileceğine her an hazır olmanın verdiği tarihsel insan bilinci vardır. O nedenle güvenilirliğin ta kendisidir yıkıcı karakter.
Hiçbir şeyin kalıcı olduğunu kabul etmez yıkıcı karakter. Ama işte bu yüzden her yerde bir takım yollar görür. Başkalarının duvarlar ve dağlarla karşılaştığı yerde de bir yol görür o. Ancak bir yol gördüğü içindir ki her yerde de engelleri ortadan kaldırmak zorundadır. Her zaman kaba değil, zaman zaman en soylu şiddetle. Her yerde bir yol gördüğü için de kendisi hep yol ağızlarındadır. Zamanın hiçbir anı sonraki anın neler getireceğini bilemez. Var olanı yıkıntıya çevirir bu karakter, yıkıntı olsun diye değil, tersine bu yıkıntıdan geçecek yolu açmak için.
Hayatın yaşanmaya değer olduğu duygusu içinde yaşamaz yıkıcı karakter, intihar etmek zahmetine değmez diye yaşar sadece.”
YILDIRIM TÜRKER