25 Haz 2011

laa laaa la laa la la la















sonlar

kötü oldu kabul :)

sevdim bunu çizerken

20 Haz 2011

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi | Mazxana fotoğraf sergisi - panel ve açılış


kursa başlıyacak, kitap okuyor, hala stk lı hala öğrenci hala deli hala deli ve hala deli ve hala korku filmi izleyip ölümüne korkuyor hani izlemese de pek farklı bir durum gerçekleşmeyecek hala kanlı toprakları evde tek başına izlediği için uzanan bir el görüyor karanlıkta yüzüne örümcek iniyor ve mutlu ama çaktırmıyor çünkü çok bişey değil fotoğraflar var elinde paylaşılası ve yazılar da yazıldı paylaşılacak hafta içinde ve herkesi ve blogdaşlarını da seviyor

17 Haz 2011

yutulmuş iğnelerin anısına

bir şey görüntünün ve bedeninizin içinden sizi çekip almaya çalışırken tam o sırada hapşırmak kadar öldürücü bir başka şey olabilir mi? karmaşa dışında?

:)

artık toplumsal cinsiyet rolleri falan havaya fırlatılmış olacak ki kütüphane kartımı eline ilk gelen mavi kart olarak doldurdu memur bey :)))
çok okumalı belki akıl başa gelir deyü...

16 Haz 2011

sabah gelir trenler uyandırır yanağımıza değen soğuk kapı kollarıyla

üç sıra dizili anlamlandırılmış boncuklar kümesi, sortlaşmış pijamaları ve burnunun ucuna değen siyah beyaz filmi refleksel olarak ekranı kendi tarafına çevirmesi hani aynı filmi izlememiş olsam ve bilmeyi görmemiş bir çocuk olsam çıkan sesleri anlamayacam ya görüntüleri de anımsamayacağım hep mi kadınlar ağlar onun gözlerinde bir hüzün yaşarken görüyorum her evine sığındığımda uzun saçlarına şarkı söyleyeni de uzaktayken ben de yanında ölüyü sergiliyorken vücudumla dalıp gitmesi affedilir bir suç halini alıyor.. hadi birlikte mezarlık ziyaretine gidelim toprağa uzanalım mezarlıkta öylece uyuyakalalım başka bir şey uykumuzu getiremez bu floresan evin içinde...
palyaçondan korkuyorum, karpuzdan yemeyeceğim, aç değilim sadece mezarlığa gitmeye ihtiyacım var...

çocukken ablamın mezarına giderken alışkanlık olmuş bende kaç zamandır gidemiyorum başını örtmesen de olur sen saygılı olma ben gidiyorum sadece yanımda dur, mezarlığa değil bana gel... ölüleri özlüyorum anlayamazsın saçlarım ablamın ellerini özlüyor başucuna oturmayı ve onun kucağına sığınmış olmayı hissetmek istiyorum ki eğer gidersek bunu hissedeceğim, filmi daha iyi izleyebilmek için toparlama kendini; toparlan mezarlığa gitmeliyiz, hadi...
bu hakkı elime geçirebilmek için kuran okumayı öğrendim ben haddi bunca haklılık içindeyken sadece yol arkadaşım ol, gel hadi... özledim ölülerimi özledim hem içimde yaşattığım hem de tanışma fırsatımın olmadığı ölüleri hepsi beni özlemişler hem..

önce sağa sonra sola bakmadan ilerleyen saatlere çarpan plakasız araba

bulunduğum şehir düşüncelerimi yüzüme sürüyor, yüz kızartıcı bir eylem bu.. ellerinin akıp gittikleri, içine çektiklerin biraz ilerimde duruyor... izlerin damarlarımı yakıyor, kalbim sıkışıyor. ellerim bu anın en sefilleri gibi ne yapacaklarını şaşırmış yere çarpmak isteyen dizlerime çarpıyor ara ara... nasıl farkına varmıyorsun nasıl birkaç tırnağında izi asla silinmeyecek. uzamalarıyla geçmeyecek yüzsüzlüğünü... ağlamak bir şeyi değiştirmiyor ya en azından yanan yüzümün insanların bakabileceği bir seviyede tutuyor... ağzını burnunu dağıtmak isterdim, kas gücüm olmayabilir ama ağzın burnun yamultulmakla biraz da kafan kırılmakla olaya girersek aklın başına gelebilir...

12 Haz 2011

08.06.2011

Bir günü bitireceksen sıradan mı sıradan güneşten af dilen ve doğadan renk…
Yapamıyorum aynı sözler süremem dilime birlikte mutlu olalım diye.. eğilip kalkmaların boyun eğmelerin dil dökemelerimin önüne geçemiyor; başına geçirdiğin kese kağıdının ıslandığının farkındayım başına çenemi dayayıp yüzünü göğsüme gömerek sarılıp ağlamamı bekleme


MOR

Yaprakta yosundan yoncadan
Bahar inceden inceden
Paris baharı bu bulanık
Bir kül rengidir tüter nazlı nazlı
Bir kül rengi yorgun argın ılık
Serde ressamlık var azcık
Bütün gün mor üstüne çalışmışım
Boğazıma kadar mora gömülmüşüm
Uzaktan bir akordeon sesi geliyor mosmor
Dilimin acısı kolumun sızısı
Kırk yıllık emektar baş ağrılarım mor
Sen nehri bal rengi Eyfel Kulesi mor
Bir yüz morardıkça morarıyor
Kanlıca sırtlarında bir yerde akşam oluyor.

Bütün gün mor üstüne çalışmışım
Mor deyip geçme belalı renk musibet
Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor
Menekşenin moru mavzerin moru kasaturanın moru
Suya dökülmüş mazotun moru
Neftin moru ziftin moru asfaltın moru
Telgraf tellerinde petekkıranlar
Buğday tarlasında deve dikenleri
Karadutun moru karamuğun moru kzgunun moru
Sıfırın altında çocuk elleri
Ela gözlere konmuş murdar sineklerin moru
Gözlerimi yumduğum zaman gördüğüm mor
Morun karanlığı karanlığın moru
Yok ölünün körü…

Mor deyip geçme insan misal
Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor
İnsanların hasabı kimden sorulur bilmem
Ama morların hesabı benden sorulur benden.
Nazım HİKMET

9 Haz 2011

...

nazım da bilir morun farkını sıradışılığını

sevmem sarıyı ama bu gayet sarı bir yazı oldu

Bakıyorum ve görmüyorum, gizlemiş ellerini. Ellerine bakamadan yüzüne geçemiyor özlemişliğim. Hem bir reddediş var ruhunda. Parmakalarına iyice sinmiş sigara kokusunu içime çekmeden ciğerlerinde dolaşamıyorum, kanına karışamıyor ve kalbinin kasılıp gevşemelerine karışı kulakçık, karıncık seni sevdim azıcık  diye deli divane sözleri olan şarkılar söyleyemiyorum.

7 Haz 2011

başınç patlamalara yok açar ya da yükseltilerin oluşmasına

yazacaklarım birik birik birikirken çizeceklerim çiziliyor ama yazamıyorum biraz eve dönüş ve çilek reçeli kokusu sonra masamı sildim kitaplarımı dizdim yeni kitapları kitaplığa bıraktım kitaplığı düzenledim elektrikli süpürgenin ve bıcakların başına geçtim sabahlara kadar resim çizdim babam gelip gidip resimlerim hakkında düşüncelerini aktardı en sonunda bir alt katta oturmakta olan ablamın üç çocuğuyla ilgilenmeler başladı 4 - 6 - 8 yaş grubuyla yaşamaktayım grur duymaktayım kendimle çünki

!☺Karanlıktaki Yabancı☻!

1 Haz 2011

Atlar..

ORMANDA ÖLÜM YOKMUŞ
LATİFE TEKİN
Rüyalarda Kimse Kimseyi Dinlemez
(...)
Atlar..
ELİNDEKİ yaprağı farkında olmadan gömleğinin cebine bırakmıştı bile. Yanında taşıdığı şiir kitabının, yıllar içinde dönüp dönüp okuduğu uzun bir önsözü vardı ve bu önsöz onun çok hoşuna giden bir alıntıyla bitiyordu. Bir an, bu ikinci yaprağı o sayfaya, önsözün  üstüne koymak geçti aklından.

bu yaşamın hazları, yaşamın kendi hazları değil, ama bizim daha yüce b ir yaşama yükselme korkumuzun hazzıdır; bu yaşamın kendi eziyetleri değil, ama bu korkudan dolayı kendimize yaptığımız eziyettir.
Ansızın bastıran yağmur bir an ormanı ta içine kadar aydınlattı. Işıyan ağaç gövdelerine, ürpererek baktılar. “söylemesen de biliyorum Yasemin,” diye fısıldadı Emin. “İnanmadın hiç, aşık olduğum kadına inanmadın hiç.”
Yüzünden soğuk bir gülümseme geçti Yasemin’in; inansa ne olacaktı ki?
“Aslında ben de inandım mı, bilmiyorum… Karşısına geçip yüzüne bakıyordum, yüzü artık silindi, yüzü gözümün önüne gelmiyor, niya bakıyordum öyle, ormanın içine baktığım gibi bakıyordum, ürpermek için.”
Elbette, sevişme arzusunun uyandığı an bu…
Yasemin önüne bakarak, “Tenle ilgili bir şey, tenin kamaşması Emin.” Mırıldandı, “bütün bu ürpertiler üremek için, ortaya bir bebek çıksı diye.”
“İyi ama Yasemin,” diyerek sesini yükseltti Emin, “bunun için insanın aşık olması gerekmiyor ki…”
Yasemin, bu konuda daha önce düşünmüş az çok bir karara varmış gibi, “Gerekiyor olabilir,” dedi, “kime gidip sorsan, aşkla doğmuş olmayı ister.”
Bu belki de, dünyaya kötülük edenlerin aşksız doğan çocuklar olabileceği yönünde bir sezgiye dayanıyordu.
“Aşkın üreme içgüdüsüyle açıklanması hiç hoşuna gitmiyor…” Üzüntülü bir havayla, “Başka bir şey var aşkta, Yasemin,” dedi Emin, “insanın aklına gelmeyen bir şey. Zümrüt’e bakarken ürperiyordum, ormanın içine bakarken ürperdiğim gibi, bu ürpertinin nasıl bir ürperti olduğunu düşündüm, yüreğim buz  kesiyor, korkunç bir soğuma, kendimden geçiyorum o anda, bir saniye sürüyor hepsi, kaybolup geri dönmem.”
“Yapma!.. İçim üşüdü Emin…”

Sesleri üst üste düştüğünden adım adım birbirlerinden uzaklaşıp yavaşladılar.
Yasemin’le konuşurken insan bir yere sürükleniyormuş gibi oluyordu…
“Uzamıyordu iyi ki de…”
”Kayboluyorum da nereye?”
“cansız yere serilecekmişiz gibi.”

Sanki onlara doğru bir at koşuyor… Aynı anda susup ormanı dinlediler.

Yasemin başka bir sesle, “Nereye olacak, bayılıyorsun işte,” dedi, “karşındakine bakıp bayılıyorsun o kadar, ayıldığına sevinip kurcalamayacaksın böyle şeyleri.”
İnsan niye şuna değil de ona bayılıyordu ama?
Bu yarı bilinmez durum üstüne öyle çok konuşmuşlardı ki boşlukta sus işareti çakmış gibi birbirlerinden uzaklaşıp hızla yürümeye başladılar. Ormanın derinliklerinden beya zbir ışık yansıyordu… Yüksekler açık yeşil… Güneş yerde ayna yapmış…
“Ormanda ölüm yokmuş gibi görünüyor.”

“O ürperti var ya, o an… Hayır, buna bir insan neden olamaz, o hışırtı, o göğe çekilen rüzgar bir insandan doğamaz… İçimizden bir şey akıp gidiyor, ama bu akışın yönü insana doğru değil.”
Yasemin kulağın a çalınan garip bir çığlıkla ürperip yavaşladı. Sönüp giden kedi miyavlaması gibi bir ses…
“Aşık olduğumuzda gözlerimiz boşluğa dikiliyor, hemen, yukarı doğru, dünyanın dışına dışına bakmaya başlıyoruz…”
Sanki ırtıcı bir kuş…
“Bir şey duydun mu sen de?”
“Aşk.. İnsanda asla olamayacağı bir şeye dönüşma arzusu yaratıyor… Sana daolan buydu herhalde.”

Diyordu ki Emin, insanın içinde dünya ötesi bir şeye dönüşmek isteyen bir tohum var. Özlem ya da ümit dediğimiz şey gerçekte bundan kaynaklanıyor; insanın bilmeden beklediği nedir aslında, bu tohumu çatlatacak güçte bir ışığın gelipmkendisine çarpması…
“O an anladım… Söyledim de ona, başımıza gelen budur, karar ver, ya birlikte dururuz bu ışığın altında… Bak iyi düşün, sonra yan çizmek olmaz, açıkça bil durumu da, yarı çatlak dolaşmayalım ortalıkta, yüklendik mi ışığı geri dönüş yok, güveniyor musun kendine… ya da dedim, içinde küçücük bir kuşku varsa şimdi hemen kenara çekilip hakkımızı başkalarına devredelim, bitsin…



“Cesaretli çıktı aferin, diyorum içimden, ama Zümrüt benden farklı, hissediyorum, ya ben ışığın hepsini üstüme çekiyorum, ya bu beni kandırdı, son anda geri kaçtı, ya da  zarar görmeden sıyırtmanın yolunu biliyor, gözlerim ışıktan kamaşmış, tam olarak nerde durduğunu göremiyorum ama anladım, boktan bir durum var.”
“Görünce çok üzüldün  de, bence iyi oldu gözlerinin açılması.”

“Bitti dedim işte, Allah kahretsin, ürperdiğim yok, eskisi gibi… Gitgide niye seyreldi bilmiyorum, bir saniye için haftalarca baktığım oluyor yüzüne, bir saniye… Olmuyor… Bütün sır o bir saniyede Geldi gelecek, bekle dur, sanki yüzünden çok saate bakmışım, elim ondan çok telefonun üstünde, şimdi böyle geliyor, bir saniye için ne sıkıntılara katlanıyor insan… sana konuşma diye söylüyorum bunu, yaşadığımız şeyin hikaye kısmı beni ilgilendirmiyor, ormana ben o bir saniye için geliyorum, çünkü aynı ürperiş, o soğuk dalga geçiyor gövdemden, kalbim buz kessin, soluğum öyle taşşın diye.”

Bana ne diyebilirdi ki Yasemin. Belki de yalnızca aşkın sırrı değil, yaşamın bütün sırrı ürpertidedir.
Emin ne kadar karşı çıkarsa çıksın, hem arkadaşlarının, hem de son üç yıldır yaşadıklarının hikaye kısmı, Yasemin üstünde durulmaya değerdi. Kimi sırları çözmek için hikayeden uzaklaşmak gerekir ama bazen de bunun tam tersini yapmak doğrudur; bütün sır, hikayede saklıdır bazen.

Çimle kaplı geniş bir düzlüğe çıktılar.
(...)

... aşk var ama ortam yine de gergin...

komşunun kapı kolunu tamir etmek diyoruz buna... içimizi söküp alan komşumuzun...

fedakarlık mı dangalaklık mı her neyse rekora gidiyorum... kolumda, bacağımda kafamda ensemde de de de damarlar kafalarına göre hareket ediyorlar aşırı stres ve üzüntü abartıyorumdan değil artık yaşayamıyorum, kaldıramıyorum... giyinip dışarı çıkmak tam bir işkence.. okul işkence.. suratları bi yerlerine batmış insanlar işkence... aynadaki işkence... gönderemediğim mektubun görüntüsü işkence... söylenmeyen merhabalar işkence... sarmayan kollar işkence... rüzgarın yönünü tayin etmek, rüzgarın derimi kesmesi işkence.... üzerlerinde anlaşılmayacak ıslaklığı olan hazinelerimizi avuçlarına bırakıyoruz içimize iyi baksınlar lanet olasıca halleri içimizi yaka yaka dişlerimize hedef derimizi kopara kopara bilinmeyecek armağanlar sunma, hem hakedilmeyen... içim acıyor, lanet olsun ben içimde yaralar açılmış ilaçlar geçiremiyor ve ben önemseyemiyorum, kimse de...