1 Haz 2011

Atlar..

ORMANDA ÖLÜM YOKMUŞ
LATİFE TEKİN
Rüyalarda Kimse Kimseyi Dinlemez
(...)
Atlar..
ELİNDEKİ yaprağı farkında olmadan gömleğinin cebine bırakmıştı bile. Yanında taşıdığı şiir kitabının, yıllar içinde dönüp dönüp okuduğu uzun bir önsözü vardı ve bu önsöz onun çok hoşuna giden bir alıntıyla bitiyordu. Bir an, bu ikinci yaprağı o sayfaya, önsözün  üstüne koymak geçti aklından.

bu yaşamın hazları, yaşamın kendi hazları değil, ama bizim daha yüce b ir yaşama yükselme korkumuzun hazzıdır; bu yaşamın kendi eziyetleri değil, ama bu korkudan dolayı kendimize yaptığımız eziyettir.
Ansızın bastıran yağmur bir an ormanı ta içine kadar aydınlattı. Işıyan ağaç gövdelerine, ürpererek baktılar. “söylemesen de biliyorum Yasemin,” diye fısıldadı Emin. “İnanmadın hiç, aşık olduğum kadına inanmadın hiç.”
Yüzünden soğuk bir gülümseme geçti Yasemin’in; inansa ne olacaktı ki?
“Aslında ben de inandım mı, bilmiyorum… Karşısına geçip yüzüne bakıyordum, yüzü artık silindi, yüzü gözümün önüne gelmiyor, niya bakıyordum öyle, ormanın içine baktığım gibi bakıyordum, ürpermek için.”
Elbette, sevişme arzusunun uyandığı an bu…
Yasemin önüne bakarak, “Tenle ilgili bir şey, tenin kamaşması Emin.” Mırıldandı, “bütün bu ürpertiler üremek için, ortaya bir bebek çıksı diye.”
“İyi ama Yasemin,” diyerek sesini yükseltti Emin, “bunun için insanın aşık olması gerekmiyor ki…”
Yasemin, bu konuda daha önce düşünmüş az çok bir karara varmış gibi, “Gerekiyor olabilir,” dedi, “kime gidip sorsan, aşkla doğmuş olmayı ister.”
Bu belki de, dünyaya kötülük edenlerin aşksız doğan çocuklar olabileceği yönünde bir sezgiye dayanıyordu.
“Aşkın üreme içgüdüsüyle açıklanması hiç hoşuna gitmiyor…” Üzüntülü bir havayla, “Başka bir şey var aşkta, Yasemin,” dedi Emin, “insanın aklına gelmeyen bir şey. Zümrüt’e bakarken ürperiyordum, ormanın içine bakarken ürperdiğim gibi, bu ürpertinin nasıl bir ürperti olduğunu düşündüm, yüreğim buz  kesiyor, korkunç bir soğuma, kendimden geçiyorum o anda, bir saniye sürüyor hepsi, kaybolup geri dönmem.”
“Yapma!.. İçim üşüdü Emin…”

Sesleri üst üste düştüğünden adım adım birbirlerinden uzaklaşıp yavaşladılar.
Yasemin’le konuşurken insan bir yere sürükleniyormuş gibi oluyordu…
“Uzamıyordu iyi ki de…”
”Kayboluyorum da nereye?”
“cansız yere serilecekmişiz gibi.”

Sanki onlara doğru bir at koşuyor… Aynı anda susup ormanı dinlediler.

Yasemin başka bir sesle, “Nereye olacak, bayılıyorsun işte,” dedi, “karşındakine bakıp bayılıyorsun o kadar, ayıldığına sevinip kurcalamayacaksın böyle şeyleri.”
İnsan niye şuna değil de ona bayılıyordu ama?
Bu yarı bilinmez durum üstüne öyle çok konuşmuşlardı ki boşlukta sus işareti çakmış gibi birbirlerinden uzaklaşıp hızla yürümeye başladılar. Ormanın derinliklerinden beya zbir ışık yansıyordu… Yüksekler açık yeşil… Güneş yerde ayna yapmış…
“Ormanda ölüm yokmuş gibi görünüyor.”

“O ürperti var ya, o an… Hayır, buna bir insan neden olamaz, o hışırtı, o göğe çekilen rüzgar bir insandan doğamaz… İçimizden bir şey akıp gidiyor, ama bu akışın yönü insana doğru değil.”
Yasemin kulağın a çalınan garip bir çığlıkla ürperip yavaşladı. Sönüp giden kedi miyavlaması gibi bir ses…
“Aşık olduğumuzda gözlerimiz boşluğa dikiliyor, hemen, yukarı doğru, dünyanın dışına dışına bakmaya başlıyoruz…”
Sanki ırtıcı bir kuş…
“Bir şey duydun mu sen de?”
“Aşk.. İnsanda asla olamayacağı bir şeye dönüşma arzusu yaratıyor… Sana daolan buydu herhalde.”

Diyordu ki Emin, insanın içinde dünya ötesi bir şeye dönüşmek isteyen bir tohum var. Özlem ya da ümit dediğimiz şey gerçekte bundan kaynaklanıyor; insanın bilmeden beklediği nedir aslında, bu tohumu çatlatacak güçte bir ışığın gelipmkendisine çarpması…
“O an anladım… Söyledim de ona, başımıza gelen budur, karar ver, ya birlikte dururuz bu ışığın altında… Bak iyi düşün, sonra yan çizmek olmaz, açıkça bil durumu da, yarı çatlak dolaşmayalım ortalıkta, yüklendik mi ışığı geri dönüş yok, güveniyor musun kendine… ya da dedim, içinde küçücük bir kuşku varsa şimdi hemen kenara çekilip hakkımızı başkalarına devredelim, bitsin…



“Cesaretli çıktı aferin, diyorum içimden, ama Zümrüt benden farklı, hissediyorum, ya ben ışığın hepsini üstüme çekiyorum, ya bu beni kandırdı, son anda geri kaçtı, ya da  zarar görmeden sıyırtmanın yolunu biliyor, gözlerim ışıktan kamaşmış, tam olarak nerde durduğunu göremiyorum ama anladım, boktan bir durum var.”
“Görünce çok üzüldün  de, bence iyi oldu gözlerinin açılması.”

“Bitti dedim işte, Allah kahretsin, ürperdiğim yok, eskisi gibi… Gitgide niye seyreldi bilmiyorum, bir saniye için haftalarca baktığım oluyor yüzüne, bir saniye… Olmuyor… Bütün sır o bir saniyede Geldi gelecek, bekle dur, sanki yüzünden çok saate bakmışım, elim ondan çok telefonun üstünde, şimdi böyle geliyor, bir saniye için ne sıkıntılara katlanıyor insan… sana konuşma diye söylüyorum bunu, yaşadığımız şeyin hikaye kısmı beni ilgilendirmiyor, ormana ben o bir saniye için geliyorum, çünkü aynı ürperiş, o soğuk dalga geçiyor gövdemden, kalbim buz kessin, soluğum öyle taşşın diye.”

Bana ne diyebilirdi ki Yasemin. Belki de yalnızca aşkın sırrı değil, yaşamın bütün sırrı ürpertidedir.
Emin ne kadar karşı çıkarsa çıksın, hem arkadaşlarının, hem de son üç yıldır yaşadıklarının hikaye kısmı, Yasemin üstünde durulmaya değerdi. Kimi sırları çözmek için hikayeden uzaklaşmak gerekir ama bazen de bunun tam tersini yapmak doğrudur; bütün sır, hikayede saklıdır bazen.

Çimle kaplı geniş bir düzlüğe çıktılar.
(...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Noktala