18 Ara 2011

SONÜLKE


Rüzgar artık sürüklemiyormuş.
Ilık,
Limon kokularıyla süslü bir akşamüstü,
denizin üstünden geçen toprak yolda,
kendisiyle yalnız kalmışken,
<< geçmiş şimdidir,
dalga vurdukça gider gelir çakıl taşları,
hareket içlerinde değildir >> diyebilmesi ne  zor!
Bir şikayeti mi var rüzgardan?
Ağaçlara tırmanılan yaş geride kalınca,
ileriye bakan göz,
oluşmakta olan dünyayı mı görür;
yoksa bakış,
hafızadan çekip kopardığı buğulu nesneleri
önümüzde uzanan  zaman parçacığına mı yamar?
Şimdi uzaklara, tepeden kıyıya süzülen boşluğa bakıyor.
Dünyanın çoraklığı, kendi içi de çoraklaştığından mıdır,
gözüne çarpar.
Sildiği çocukluğunun kırıntılarını mı savurur bu yardan?
Niye günlerin bakıra çalan rengi içinde var olduğunu sandığı efsunla çarpışır,
umursamazlık geride mi kalmıştır?
Hafifti içi, savrulurdu…

Son ışıkta geliyor, ellerine değiyor…
Yokluğa inen bir kuru çiçek, diyor;
şimdi, güldüğünde, neşesi kimseye ulaşmıyor sanıyor.
Geri dönmek için,
karanlıkta,
unutmuş olduğu yolu yeniden bulması gerek.
Sendeler.
Yol çalıların orada yiter ve ay, kendini, görebilenlere sunar.
Gecedir artık, soğuk kalplere işlemekte.
Dilemenin, beklemenin, işitmek istemenin ne denli hoyrat bir uğraş
olduğunu düşündüğü saatte, dizleri çözülür, yorgunluktan değildir, bilir,
kendi kendisiyle söyleşmektir ürkütücü olan, sert, acımasız… Titrer.
Günler, kendisine ulaşan ve kendini sevdiren ayışığının altında,
ona,
gitgide ağırlaşan bir ruhu hatırlatmaktadır.
Kimse ona gidilemeyeceğini, yalnızca kalındığını söylememiş miydi?
Yüzünü çekiştirmektedir – ağırlaşan göz kapakları – eskiden gelen bildik
bir sızı – oysa dün – iri güller – aynı – yapmak , etmek,
uyanmak büyülüdür sanmaktadır.
Kırılmış aynaya, cam kaseye dönen bu hayat, parçalarıyla ona hercai
görüntüler suna.
Almasını becerebilirse, bu zenginlik dese,
diyebilse,
beklediği, beklemeyi tercih ettiği öteki günün bu günden farksız olduğunu
görse.
Şimdi, bir anda dün.
Gider ve çömelir, çöker bir ağacın altına.
Korkularını bu sükunet içinde alt edebilirmiş gibi…
Reddettiği dünyanın içinde olduğunu bilse daha mı iyi olacak? Kimsenin
hayatına karışmadım ki, der.
Bir kelebek karanlıkta kanat çırpar,
uzaklarda biri kıvranır.
Günü günlere, ışığı ışığa, beni bene bağlayan görünmez bir halka olmalı,
başlangıcı düşünmemeliyim, bitişi de, haller içinde bir hal, işte,
olasılıklardan biri, herhangi biri, bir rastlantı, ama öyleyse demektedir,
canı sıkkın,
bıraktığı yerden devam eder,
niye?
Burada  olmanın bir anlamı mı olmalı?
Burada, deniz kıyısında, uzağında, ya da yüksekte, ağaç altında , çökelen
bakışımlarla, niye,
evet, tekrar eder,
aynı şeyleri kendine başka türlü sorman gerek der,
bir yıldız nasıl ölür mesela,
neden, peki neden şimdi, burada…
Ne akseder benden?
Tepelere doğru yola koyulur,
nereden geldiğini bilmediği bir sesi izleyerek vadiye ulaşır…
Azgın sular, şelaleler, yırtıcı kayalar, onlar da mı içindedir?
Susmasını öğrenememiştir daha.
Ses ağzından çıkmaz, zihninde yankılanır.
O sesi de susturmalı. Düşünmeden yaşamasını öğretmeli…
Kimse mi ona söylemedi,
bir ses olsun duymadı,
uyarılmadı mı hiç,
hep başkalarının kazandığını,
sanmak fiilinin kölesi olduğunu,
bilmiyor mu? Unuttu mu? Hiç mi öğrenmedi? Şimdi ne yapacak?
Döner,  bulmayı umarak,
oysa zman, kurumuş meyve,
yokolmayı beklemektedir.
Hayalleri giderek cismi kavrayacak,
saracak, bir olacak.
Bir ateş
bir parça, kesik bir neşe, tedirginlik,
hayal kumaşlarıyla sarıldıkça cisimleşecek.
Kumaşlar yırtılmış,
cisimler tekrar buharlaşmışsa…
Kendisinin bir andan ibaret olduğunu nasıl anlatılacak?
İşitmeyi dilediği ses ona ne zaman ulaşmış?
Bir zaman,
nedensiz bir haykırış ağzında kilitlenir,
sıkılı dişlerinin arasından sızar ama kapalı dudaklarına esir düşer.
Ses olmadığında o da yoksa, düşünceleri, dilsiz yıldırımlar, onlar da mı yoktur?
Ilık bir esintiyle tekrar ürperir.
Hayat, uğultularla, hışırtılarla, kendisini yok sayan
sessizliğe direnmektedir.
Bir söğüt yerlere eğilir.
Tozlar arasından yürümeye çalışır,
yerle gök birbirine katılıyor,
hayat ona kendisini sakınmasını, koşmasını,
uçuşan işaretlerden bir demet yapmasını öğütledi.
Anlamış mıdır?
Kurduğu aksak cümleler gözlerinden okunabilecek mi?
Sözlerin, cümlelerin, tınıların ardında bir dünya var,
onunla söyleşin.
O dünyayı saran hayal de yırtılsın,
ses cisimleşsin…
İşaretler en sonunda tekrar doğsun, nesnelerle bir olsun…
Ona göre değil denen bu sonülke onun olsa.
Burada sözcüklere dokunabilse, onları elinde tutsa,
mehtaba doğru savursa, dile varabilirdi, cüret edebilir, kaybolabilirdi.
Aşk, kavramaktır demeyi beccerebilecek mi?

levent yılmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Noktala