16 May 2011

feodal yağmurlar


Sınırları çizilmiş bir arazinin beraber kullanabileceğimiz bir kısmını yürüyoruz. Biraz gece veriyor bize zaman, biraz tomurcuk; ağaçlar, ıslaklık yağmurdan…  Şimdi peşi sıra bir şarkı var bu hatırlanmışlıkta; “resmedilmiş bir hüznün küçük öyküsü”…  Atılabilecek adımları olmayan bir dansı istemen yatıyorken gözlerinde hiç mi yüzümden gözlerimi ayırıp yüreğimdeki oluk oluk akan acıda boğulacak bir sevdanın doğuşunun sadece doğum sancısını hatıralara bırakacağını hissedemiyorsun yoksa tek temennin bir sıcak soluk mu?
 Bir papatya kopardım en sevdiğim çiçek diye çok acı kendi adıma çok acı hiçbir şey hissetmiyorum masum bir çiçeğe karşı, gözlerimi yerden kaldıramıyorum,  içime düşmüşler, yerlerdeler;  “kabuk tutan yaralardan mıdır? Benden midir? Başka bir şeyden midir?”herkes mi aldandı?  Birkaç gün sonra sunulacak çiçeğin cesedini buluyorum cebimde; paramparça.
Yol bitiyor herkes uykusuna dönmek zorunda, istenilenler geceye karışmış olsa da boynu bükük bir bencillikle. Ellerim bir türlü ısınamıyor, üşümek istiyorlar çabalama.
Gecenin diğer yarısı matematiğe döküyor içini hala kâr ve zarar diye akıtırken kanını kulaklarım çınlıyor. 
İlerliyorum içimdeki kırıklara basıyor hislerin. Canım yanıyor, yapma diyemiyorum.  Geç farkına varıyorsun, hem de bu acıyı kabullenmişken. Ellerim hep daha fazla üşümek zorunda mı?
Hadi aç kollarını sarılıp ağlayacağımı parçalayıp, kusmak üzere bas bas bağırıyorum gece yarısına,
sonra sabahlıyorum üzerimde parçalanmış geceyle, bir yıldız kucağımda uyuya kalmış halde…
Yüzüme bir örümcek iniyor uyurken
Yüzüme bir örümcek ağı takılıyor yürürken
Durmaksızın kıvranmaktan vazgeçmem gerekiyormuş ‘haah’ diyorum da başka bir şey demiyorum başım dönerken, kendi etrafımda dönerken bir kahkahayla kucağına düşerken aman Allah’ım sapsarı gökyüzü gecede ne arıyor kendini ışık falan mı sanıyor dan önce yanımda ne arıyor akıllı mısın canım sen…
Anlıyorsun hiçliğimde barınmanın imkânsızlığını, biraz daha iyi anlamış olsaydın küsmezdin bana ama ne yapalım en azından alınabilecek bir gönlün söz konusu. Yüzümü gömerim göğsüne ıslatırım işte bedeninin yabancı olduğu tuzlu bir karışımla anla beni lütfen kirlilik istemiyorum bu son olsun yeter bıktım!
Bir ölüyü hissedememem kızdırmasın seni, kursağımda; asıldığım hayattan kurtulsam birikmiş bir çığlık duyacaksın son sesim bu, şimdi konuşan ben değilim gibi. Hayatını kabul edemiyor ruhum.
Yan yana koltuklarda oturuyoruz ölümle, eli omzumda. Birlikte birçok film seyrettik, titreyen ellerime hâkim oldu ben resim çizerken aynı kulakla dinledik etrafı, yazarken elimi öptü her seferinde, birlikte yaşamaktayız yani ve diyor ki; “duymasın, sen beni seviyorsun.”
Ayaklarımın altından kayıyor dünya, hayır! Zorunluluk hali bu sadece…
Üşüyorum, hastalanıyorum. Umurumda değil canımın cehennemlik hali. Yarım kalmış kitabı elime alıyorum beni alıp götüren bir biletle ayırıyorum içime dahil olmuş cümleler ve henüz tanışmadıklarım bir zihnin ürünü olsalar da artık bağımsız bir kimlik kazanmış ancak birazdan kanıma karışıp hücrelerime hükmedecek, bilmem ki içime hayat akıtacak cümleler…
Bu karmaşa sürüp gidecek saçlarım uzarken, onlar da kırılırken sürecek, kendi mücadelemi verememenin acısı bir sürü insan için mücadele verirken çıkaracağım…
Yol kenarındaki otlar zihnimde bitiyor her ayrıntı gibi, güzel kokularını henüz saklayan iğdeler diziliyor…  Çukurlara birikmiş çamurlu suyu aydınlatan sokak lambası… aynı sahnede ayrı ayrıntılara takılıyoruz -gerçi bir ayrıntı sayılmam pek doğru olmaz ya-…
Nereye doğru gittiğimi bir bilsen, boş ver bilme ama ben gidiyorum içim koşuyor ya  adım adım ilerliyorum,  sevgili kısır döngüye doğru…
Planlara uymuyor ruhum, yağmura küsüyor, kendine de…
Ne yapacağımı bilmiyorum arkadaşlarımın dudaklarına dayıyorum parmağımı ‘şşşşş’ bir ölüyü rahatsız etmeseniz mutlu olacağım , sizi seviyorum ama biraz donmam gerekiyor…
Biraz donmam gerekiyor küsüyor zihnimde sakladığın sırların. Korkma benden daha saygılısını zor bulursun hem unutkanım çabuk çabuk hatırlamam sen sormadıkça…
Ayaklarımız yoruluyor, kaldırım taşlarının altına saklanmış sular üzerlerine basmamızla çığlığı koparıyor, üzerimize bulaşmasıyla çığlığının sonuna katılıyor çığlığımız; kirli su.
Yürüyoruz; öleceğiz. Yağmur yağıyor; yaşlanacağız…
Ertesi gün tüm vitrinlerde ayak izlerimize rastlıyor şehir, meğer kimse beklemiyormuş bunu. Ayaklarımızı saklamaya çalışıyoruz ve kıs kıs gülüyoruz. Gözlerine bakıyorum da tek tanışıklığımız bu ayak izlerinden ibaret ne diyorsun bu durama?
-kafanı kırarsam görmüş olursun
Tabi ki kıramazsın deli, bunu söylemen bile yanlışken –şaka yaptığının farkındayım ama istemiyor değilsin sanırım- hey kafamı kırmana yeltenmene karşılık kafanı uçururum.
-uçmak? İyi fikir ?”
Günler kırıp geçiyor.
Şşş bana imladan bahsedersen dil çıkarırım valla
Bana şarkı söylersen gülümserim
Şşşş geçmiyor içimin acısı, n’olcak?
Gitmek istiyorum, yaşayacaksam bari kopayım tüm tanışmışlıklarından. Yeni bir dil öğreneyim ve gideyim istiyorum. Yazayım çizeyim.
Şimdilik kalıyorum ve ölüyorum.
Yağmur yağıyor; ıslanıyorum, hastalanıyorum ve yaşlanıyorum… 
Anlamıyorsun bu havadan sudan muhabbetleri, oysa ben baharın gelişiyle biten otların rüzgârda salınmalarına isim koyamıyorum, sabah üzerlerinde damlacıklara güneş ışığının dişlerinin parlaklığını görüyorum kafamı kaldırdığımda bulutların arasında sırıtan bir güneş görmek sevdiğim bir insanı görmekten daha güzel olabilir bence. Hele böylesi bahar günlerinde güneş batmak üzereyken bulutların ışığa kattığı grilikte yeşilin tazecik tonlarının yağmurda yıkanmış olmasıyla beraber gözlerimize sunulması, rengârenk çiçekleri,  kelebekleri ve uyku sarhoşu börtü böceği görmek kokularını hissetmek yaşamlarının, güzel. Islak yolda aniden yağmura yakalanınca yolla bütünleşmek ama yağmura da kucak açmak, yürümek ve yürümek hep yürümek birazcık da koşmak.
Yağmur yağıyor, gece soğuk ve sen anlamıyorsun; ben yaşlanıyorum…
İçimde kalakalmış bir insanı fark edince salsıldığını görüyorum. Aldırma arkasında bir dizi daha insan var, kimisi durmadan zıplayan, kimisi durmadan içimi parçalayan falan ama hepsi içimi çürütüyorlar ortaklaşa. Desem ki hadi gel hepsini yok edelim desem gücümüz yeter mi hızla yaşlanır mıyız yağmurla beraber yaşlanıyorken bir de bu tür bir mücadele verirsek. Uğraşmak istemiyor olabilirsin ama sarsılma bari tek başıma halletmeye çalışırım biraz ihmal ederim seni onun için göz yumman haricinde bir fedakarlık istemem senden içimdekilerin çürük kokusunu duymaman için de öpme bir süre.
Yağmur yağıyor birbirimizden bahsediyoruz, yaşlandığıma dair can sıkıcı şeyler anlatıyorum çocuk yüzümle, yürümekte güçlük çekiyorum ya koluna yaslansam fena olmaz türünden şeyler.
Yağmur yağıyor, çok uzaktayım şimdi ama yaşlanmamın önünde bir engel değil bu özlememin de…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Noktala